Tefekkür Kovası
“Bir saat tefekkür, bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” buyurdu Peygamberimiz aleyhisselatü vesselam. (Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)
Peki ama bu tefekkür nasıl bir tefekkür?
Filanca; "Tae Kwon Do, çok güzel bir spordur. Vücudu zinde tutuyor, çok sağlıklı yaşıyorsun…” diyor. Tamam da, bize büyük faydası olacak olan bu Tae Kwon Do sporunu biz nereden öğreneceğiz?
Bu soruyu bir Tae Kwon Do’cuya sorarsanız, emin olun ki; “Çok iyi bir üstattan.” diyerek cevap verecektir. Aynen bunun gibi, tefekkürü de bize öğretecek olan kişi, her türlü ilmin ve fikrin sahibi olan Allah’u Azîmüşşân’ın bu güzel lütfuna mazhar kıldığı bir velîdir, bir alimdir.
“Bu niye böyledir?” sorusunu, şöyle cevaplayabiliriz:
Tae Kwon Do, pratiğe dayanan bir spordur. Komutu altındaki insanları, bedenen ve ruhen çalıştırarak geliştirir. Yumruk, teoride kalmaz, atılır. Tekmeler sadece düşünceyle olgunlaşmaz. Somut bir kum torbasına değişik şekillerle vurarak mükemmelleşir…
Acı esastır. Bacaklar, tıpkı bir orkestra şefinin elindeki sopasını hareket ettirdiği gibi kullanılmaya çalışıldığı için, kaslar esnedikçe acı verir. Bu çalışmalarla birlikte, bedene bir süratin ve seriliğin geldiği fark edilir.
Kişi, aldığı darbelere karşı sabırla tahammül edip yoluna devam ederse, dayanıklılığı ve kondisyonu artar. Beyazdan başlayarak, siyaha doğru koyulaşan renklerle rütbesi yükselir ve genel anlamda fiziksel olarak gelişir. Üstadından aldığı fikirler doğrultusunda, bu gelişim zihnine de yansır ve yüce Allah’ın “Yüksel!” dediği yere kadar yükselebilir.
İyi bilinmelidir ki, bu sporla alakalı olan hiçbir resim, hiçbir kitap ve hiçbir film, yalnızca teoride kalacağı için, yukarıda zikrettiğimiz fiziksel ve mental gücü veremezler.
Çünkü Tae Kwon Do; yaşayarak öğrenilen bir spordur.
Tefekkür de aynen bunun gibidir. Sadece okuyarak ve görerek değil, tatbik ederek ve yaşayarak öğrenilir.
Tae Kwon Do hocalarının tarifelerinde olduğu gibi, Hakk dostlarının tarifelerinde de, gerçek manada tefekküre erişebilmek için, yapılması gereken iki esas vardır:
1) ZİKİR: Kur’an’ın muhtelif yerlerinde geçen; "Rabbinin yüce ismini tesbih et!", "Kalpler, ancak Allah'ın zikri ile tatmin olur.", ve "Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim.” gibi ayeti kerimeler, bu esasın önemine delâlet eder ki, Kur'anî ahlaka erebilmek için zikir şarttır.
2) KUR'ÂNİ AHLAK: Kuvvetli bir tefekkürün menbaına ve merkezine ulaşmak isteyen her insan, kesinlikle Kur’an’ın buyruklarına göre yaşamalı ve O'nu tıpkı her gün giyilen bir elbise gibi bedenine oturtmaya çalışmalıdır ki, bunun yolu da son Peygamber Muhammed aleyhisselam’ın sünnetine uymaktan geçer…
Yeri gelmişken söylemekte fayda görüyorum:
Ehli Sünnete göre, yaratılış itibariyle, her insanın tefekkür kapasitesi aynı değildir. Herkesin, Allah'ü Teâlâ’nın vergisi nispetinde bir düşünebilme sınırı vardır.
Daha kolaylaştırıcı açıklamak gerekirse; Kâinatın yaratıcısı olan Allah ﷻ ucu-bucağı bilinmeyen bir derya yaratıyor ve her insanın eline, suyla doldurabilmesi için bir kova veriyor. Ancak, kiminin kovası bir litrelik su alabiliyorken, kimininki ise on litrelik suyla dolabiliyor!
Allah Teala ﷻ hepimizin tefekkür kovasını genişletsin.