Başına Belâ ve Musibet Geldiğinde Ne Yapmalısın?

Başına Belâ ve Musibet Geldiğinde Ne Yapmalısın?

Bil ki, mü'min bir kimsenin başına bir sıkıntı ve belâ geldiğinde, şu hususları görüp gözetmesi gerekir:

a) Onun, Allah'ın kaderine razı olması, gerek kalbi, gerek lisaniyle buna karşı gelmemesi lazım gelir. Kula gereken budur; zira, Allah Teâlâ, her halükârda Mâlik'tir ve kelimenin tam manasıyla hükümdar, bihakkın hâkimdir. Binâenaleyh, O'nun mülkünde ve mülkinde, istediğini istediği gibi yapma hakkı vardır. Yine o Allah, her halükârda hâkimdir. O, bâtıl ve abes, boş şeyler yapmaktan münezzeh ve uzaktır. O halde, O'nun yaptığı her şey, hikmetin ve doğrunun ta kendisidir.
Durum böyle olunca da, o kimse, Allah Teâlâ'nın, o sıkıntıyı onun üzerinde bırakması halinde bunun bir "adl"; onu gidermesi halinde de bunun bir fadl, lütuf ve ihsan olduğunu bilir. Böylece de, sabır ve sükut etmesi ve dövünmeyi terketmesi gerekir.

b) O kimsenin bu esnada duâ edeceğine, Allah'ın zikri ve senâsıyla meşgul olması daha efdal olur. Çünkü Cenâb-ı Hak, hadis-i kudsisinde: "Her kim, beni anmaktan, benden bir şey istemeye fırsat bulamazsa, ben ona, benden isteyenlere verdiğimden daha güzelini ve üstününü veririm" buyurmuştur.

Bir de, Allah'ı zikirle meşgul olmak, hak ile meşgul olmaktır.
Duâ ile meşgul olmak ise, nefsin hissesini istemekle meşgul olmaktır. Birincisinin daha üstün olduğunda şüphe yoktur.

Burada, bu bahsettiklerimizden daha üstün olan başka bir makam daha bulunmaktadır ki, o da, tahkîk ehlinin şu sözüdür: "Bir nimet elde ettiğinde, o nimeti verenle değil de, nimetle meşgul olan herkes, belâ ve sıkıntı esnasında, o belâya düçar kılanla değil, belâ ile meşgul olur. Bu gibi kimseler de, devamlı olarak bir belâ içindedirler. Belâ esnasında, onun bir belâ içinde bulunduğunda bir şüphe yoktur. Ama nimetlerin elde edilmesi esnasında onun, o nimetlerin yok olmasına dair duyduğu endişeler, belâ çeşitlerinin en kuvvetlisi olur. Böylece, her ne zaman nimet daha mükemmel, daha leziz, daha güçlü ve daha üstün olursa, onun kaybedilme korkusu da, eziyyet cihetinden o nisbette şiddetli; ürküntü verme cihetinden de o nisbette güçlü olur. Böylece, nimetle meşgul olan kimsenin, devamlı olarak belânın derinliklerinde bulunacağı sabit olur.

Ama nimet verildiği zaman, nimet verenle meşgul olan kimseye gelince; onun, belâ isabet ettiği zaman da kendisine o belâyı verenle meşgul olması gerekir. Nimet verenle, belâya mübtelâ kılan aynı olunca, o kimsenin bakışları devamlı olarak aynı gayeye, aynı matluba yönelik olur. Halbuki onun matlubu da, değişmekten münezzeh ve tebeddülden beri olur. Kim böyle olursa, belâ ve nimet geldiği zamanlarda mutluluklar deryasına dalmış ve nihaî mükemmelliklere ulaşmış olur.

Fahreddin Razi / Tefsir - Yunus 12

 

“Mü'minin misali, ekinin başağı gibidir. Rüzgar onu sağa sola evirip çevirir. Bir kere onu yere yatırır; diğerinde onu doğrultur; eceli gelinceye kadar... Münafıkın misaliyse, erze ağacı gibidir; dimdiktir. Ona bir şey isabet etmez. (Rüzgar onu evirip çevirmez.) Nihayet onun kökten koparılması bir kere olur.” (Müslim, Sahih; 2810)