Ceddimiz Selçuklu ve Osmanlı'dan bize miras kalan bu güzel vatanımıza, Müslüman kanı dökerek idareyi ele alan Vehhabi Suud hükümeti tarafından, Selefîlik kisvesi altında kana davet yapan(!) militan hocalar gönderiliyor. Bu tahrifçiler, Arabistan'dan büyük bir mali destek alarak, dernek ya da vakıf adı altında açtıkları yerlerde, bin yıldır Ehli sünnet vel cemaat itikâdında olan bu millete, İngilizlerin kurduğu bir bid'at ideoloji olan Vehhabîliği dayatmaya çalışıyorlar.
Bu bâtıl öğretileriyle ilmi altyapısı olmayan Müslümanları zehirlerken, pak ve temiz itikâdımızda olan onlarca meseleyi de bir çırpıda inkar etme cür'etinde bulunuyorlar.
Eski meseldir: Su uyur, düşman uyumaz!
Birlik ve bütünlüğümüze kasteden bu İngiliz değnekçisi düşmanın, tarafımızdan hafife alınması büyük bir hata olur. Zira geçenlerde gördüğüm İmam hatibin bir akâid kitabında bile, bu bâtıl yolcuların sapkın imamlarından biri olan İbni Teymiye'nin methedildiğine şahid olmuş ve şaşırmıştım.
Yine Diyanetin hazırladığı bir takvim yaprağında, tevessülü, yani vesile kılmayı küfür ve şirk sayan ifadelere rastladım ve taacüb ettim…
Anladım ki, ‘sızıntı-sızıntı’ diye diye Diyanetimizin içine kadar sızmışlar, bizimkilerse uyumuşlar.
Bu yazımda inşaallah tevessül konusunda âyet, hadis ve alimlerimizin zikrettiği delilleri nakledeceğim. Tevfik ve hidayet Allah’ımızdandır...
Öncelikle anlaşılması gereken şey, bir Peygamberin veya bir evliyanın yüzü suyu hürmetine dua etmek, onlara ibadet etmek değildir.
Bu sadıklardan bazıları ile tevessül eden bir Müslüman, bu davranışlarını onlara ibadet etmek niyetiyle yapmaz. Sadece, bu salihler, Allah nezdinde büyük bir makam sahibi oldukları için, Allah'a onlarla tevessül eder.
Müslüman, bu kişilerle teberrük ettiğinde, faydayı veya zararı bunların yarattıklarına da inanmaz, Allah'ın yarattığına inanır. Sadece isteyeceğini, onların hürmetine Allah’tan ister.
Bu inceliği idrak edemeyen cahil Selefîciler ise şöyle der:
‘Fatiha'yı okurken, 'ancak senden yardım dileriz' cümlesini boşuna okumayın! Siz Allah'tan başkasından yardım istiyorsunuz!’
Ben de bu takiyeci Vehhabilere şöyle derim;
“Bacağınız kırılınca doktordan yardım istemeyin, müşrik olursunuz! (Kırıkçı Selim abiye gidin siz, düzeltir sizi o!) Eviniz yanarsa, itfaiyeyi arayıp yardım istemeyin, bu da şirktir zira!” (Sebepleri aradan çıkarın, boşverin itfaiyeyi falan! Açın ellerinizi ve dua edin ateşin yanında, sıcacık bir kalple!)
Düşünmelisin ki, bu dünyada her şeyi sebeplerle yaratmak ve vesileler kullanmak Allah'ın adetidir.
Mesela,
Hidayetin vesilesi
Peygamberlerdir. Peygamberlerine verdiği emirlerinin vesilesi meleklerdir.
Ezelî kelimelerinin vesilesi, kutsal Kitaplar ve sahifelerdir.
Yağmurun vesilesi bulutlardır.
Bitkilerin vesilesi topraktır.
Portakalın vesilesi ise ağaçtır.
Balın vesilesi arı, sütün vesilesi ise inektir...
Sonucu yaratanın Allah olduğunu idrak edemiyen Selefî de, olsa olsa sinektir!..
Allah Teâla’nın her şeyi bir sebebe bağlamasının bir hikmeti de şudur: Vasıtasız olan şeylerin idraki, anlaşılması ve münasebetleri bilinemez.
Örnek; Adem aleyhisselam’ın annesiz ve babasız olarak yaratılması…
Yaratıcımız, bu ilk insanı vesilesiz olarak yarattığı için, nasılını, nicesini kimse idrak edemiyor. Ancak, ‘Ol dedi ve oldu’ diyebiliyoruz.
Bu girizgahtan sonra, şimdi de Ehli sünnet ulemâsının konuyla alakalı olarak kıymetli kitaplarında zikrettikleri delillere geçelim;
ÂYETLERDE VESÎLE
Allah Teâlâ koruduğu Kitabında; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” buyuruyor. (Mâide 35)
Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah, 'O’na yaklaşmaya vesile arayın' buyurmuşken, sebeplerin tamamını aradan çıkarıp içi boş sloganlarla bağıran cahiller, yüksek tonajlı sesleriyle neyi gizlemek istiyorlar? (Müslüman bir idarecimiz, “Sesinizin yüksek çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereğidir!” diye ayar vermişti bir Yahudiye, unutmuyorum…)
Rûhul Beyân tefsirinde, yukarıdaki âyetin tefsiri yapılırken şöyle denmiştir:
“Bil ki, ayeti kerime, açıkça vesileye yapışmayı emretmektedir, öyleyse vesile gereklidir. Çünkü Allah’u Teala’ya vuslat, bir vesile ve bir vasıta ile olmaktadır. Bunun için en güzel vesile ve vuslat yolu da, hakikat alimleri ve tarikat şeyhleridir.
İnsanın, kendi başına amel etmesi, benlik ve varlık duygusunu arttırabilir. Fakat peygamber ve velilerin tarifi, mürşidin işareti ve nezareti ile yapılan amelde, benlik duygusu bulunmaz.
Böyle bir amel, tâlibi, Rabbul Âlemîne ulaştırır. Ehl-i Hayrın ve salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır.”
Yaratıcımız Allah, bir başka ayette vesileyi şöyle anlatıyor;
"Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir." (Bakara 37)
Âdem aleyhisselam, ağaçtan yedikten sonra, “Ey Rabbim! Muhammed’in hakkı için beni affet!” diye duada bulunmuştur.
Bu hadisi İmam Hâkîm, Hazreti Ömer’den rivayet edip sahih olduğunu 'El-Müstedrek' adlı kitabında açıklamıştır. Aynı hadis, İmam Beyhaki’nin 'Delâilun Nübüvveh', İmam Taberani’nin 'El-Mü'cem El-Evsat' ve 'El-Mü'cem Es-Sağir' adlı kitaplarında da rivayet edilmiştir.
YAHÛDİLERDE, VESİLE (ARACI) OLARAK PEYGAMBERİMİZ
Bi hakkı Muhammed (aleyhisselatü vesselam) 'Peygamber Efendimizin hakkı için';
Bu cümle, Yahudiler için bile zafer vermiştir. Kur’an, bunu güzel kelimeleriyle şöyle kanıtlıyor:
"Kendilerine, ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa daha önce (bu kitabı getirecek Peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu Peygamber) kendilerine gelince ise, onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun." (Bakara 89)
Allah'ın kitabına şüphesiz olarak inanan bir kimse için, sadece üstteki ayet bile vesile kılmaya bir delil olarak yeterli gelecektir.
Ancak biz, imanımızın nuru kuvvetlensin ve kalbimiz tatmin olsun diye, bu ayet hakkında birkaç müfessirden de nakil yapalım:
1) İmam Kurtubî İmam Kurtubî, bu vesile kılma geleneği ile ilgili olarak, ibni Abbâs’ın sözlerini aktarıyor:
"Hayber Yahudileri, sıkça Gatafan kabilesiyle savaşıyorlardı. Savaşın sonunda Yahudiler kaybettiler.
Yahudiler tekrar saldırdıklarında ise, şu şekilde duâ ettiler: “(Ey Allah’ım), Bize ahir zamanda gönderecegini söz verdiğin, ümmî olan Peygamberin hürmetine, bize onlara karşı yardım et.”
Abdullah ibni Abbâs şunu ekliyor: Her düşmanlarıyla karşılaştıklarında bu şekilde dua ettiler ve Gatafan kabilesini yendiler. Ama Peygamberimiz aleyhisselam geldiğinde, onu inkar ettiler. O zaman yüce Allah bu ayeti indirdi: “Ve önceden kendileri düşmana karşı zafer için dua ettiklerinde... (Son peygamber Muhammed (aleyhisselatü vesselam) ve ona inen Kur'ân'ın vesilesiyle)” (Kurtubi El Câmiul Ahkamul Kur'an, Bakara 89 tefsirinde)
2) Mahmud Âlusî
Bu ayet, Beni Kureyza ve Beni Nadır hakkında inmiştir. Onlar Evs ve Hazreç'e karşı zafer için dua ediyordular, bu, Peygamber efendimizin Peygamberliğinden öncedir.
İbni Abbas ve Katade, aynı gerçek için ifade verdi. Müşriklere karşı zafer için, o (peygamberin)’nun vesilesiyle, Allah’a dua ettiler.
Es-Sudiyy: "Onlar ve müşrikler arasında savaş var iken, Tevrat'ı açtılar ve ellerini Peygamberin yazıldığı yere bastılar ve duâ ettiler: 'Ey Allah'ım, biz sana, bize göndereceğini söz verdiğin ahir zaman peygamberinin vesilesiyle duâ ediyoruz; bize bugün düşmanlarımıza karşı zafer ver.' Ve bu duadan sonra savaşı kazandılar." (Mahmud Alûsî, Rûhul mânî (1:320))
3) İmam Celaleddin Mahallî ve Celaleddin Suyûtî
"Yahudiler şu sekilde dua ediyordular:
'Ey Allah'ım, bize, ahir zaman peygamberinin vesilesiyle zafer ver.” (Mahallî ve Suyûtî, Tefsir ul Celaleyn)
4) İmam İbni Kesir
"Yahûdiler, Arap müşriklerini yenmek için, Muhammed'in (aleyhisselam) vesilesiyle dua ediyordular." (İbni Kesir, Tefsir ül Kur'ân-ül azîm)
Şunu bir kez daha vurgulayalım ki, vesile yapmak demek, vesile yapılanı ilahlaştırmak demek değildir.
Mesela inkarcılar, Fatiha sûresinde okuduğumuz “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz” ayeti kerimesini okuyarak, 'Hem Ancak Allah’tan yardım isterim diyorsun, hem de şeyhten yardım istiyorsun' diyorlar! Alimlerin yolunu terkettikleri için sapan bu cahillere, sadece şu ayeti kerimeyi okumak bile cevap olarak yetecektir:
Kitâbımız Kur’an’da, Cebrail (aleyhisselam), Meryem validemize şöyle diyor:
“...Sana tertemiz bir erkek çocuk vermeye geldim.” (Meryem 19)
Burada inkarcılara sorulması gereken soru şudur: Ayette sabit olduğu üzere Cebrail, 'Çocuk vermeye geldim' diyor.
Şu halde çocuğu veren kimdir?
Eğer derseniz ki, 'Çocuğu veren Cebrail’dir' o halde siz de şirke düştünüz demektir. Yok eğer derseniz ki, 'Çocuğu veren Allah’tır, Cebrail vesiledir' bu kez de kendi iddianızı çürütmüş oluyorsunuz. Bu ne menem çelişkidir?
Örnekte görüldüğü üzere, bir mürid şeyhini yahut bir Peygamberi vesile yaparken ve himmet isterken, verecek olanın Allah olduğunu bilerek salih kulu vesile yapar. Bu işi anlamak işte bu kadar basittir.
Ancak inkarcılar, ehli bid'at oldukları için Kur'ân'ı anlayamıyorlar ve sebep-müsebbib ilişkisini çözemiyorlar.
Kur’an’da İsa aleyhisselam’ın ölüleri dirilttiği, hastalara şifa verdiği bildiriliyor:
"Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim." (Âl-i İmran 49)
Şimdi burada ölüleri dirilten kimdir?
Eğer derseniz ki İsa’dır, şirke düştünüz demektir!
Yok eğer derseniz ki, 'Allah diriltiyor, İsa nebîyi buna sebep (vesile) etmiş'; artık bir gelişme göstermeye başladınız demektir. (Aferin!)
Yine mi olmadı?
"Dirilten ve öldüren O’dur..." âyetini mi okuyorsun bana, peki şu âyete ne diyeceksin? (Yunus 56)
"...Davud, Câlût’u öldürdü..." (Bakara 251)
Şimdi bu ayete göre Davud aleyhisselam ilah mı oldu? (Hâşâ ve kellâ)
Yoksa Kur’an’da bir çelişki mi var sence?! (Bin kere Hâşâ!)
Taşı atan Davud'dur, atma gücünü yaratan Allah'tır, canını alan Allah'tır. Câlût'un canını almada Davud'u vesile etmiş ve ona liderlik vermiştir.
'Selef, selef' diyorsunuz da biraz o selef alimlerinin kitaplarını okusaydınız böyle 'telef' olmazdınız…
(Bütün mezhepsizler bid'at ehlidir. Bid'atın zulmeti kalbi karartır. Ehli Sünnet olmayan kişi, Arapçayı çok iyi bilse de Kur'an'ı kerîmi doğru anlayamaz. Kur'an'dan Allah'ın muradını değil, kendi anladığını yazar ve insanları hevâsına sürükler.
Yetmiş iki sapık fırka, Vehhâbî-Selefîler, İbni Sebeciler, Ondokuzcular, Modernistler ve diğerleri, Ehl-i sünnet olmadıkları için Kur’an-ı Kerîm'i doğru anlayamazlar. Kur'an-ı kerimi yanlış anlamaları, bid’at ehli olduklarından dolayıdır. Onların "Kur'an'dan söylüyoruz!" demeleri de el çabukluğuyla yapılmış olan bir illüzyondur...)
HADİSLERDE TEVESSÜL
İmam Taberâni’nin rivayet ettiğine göre, “Hazreti Ali’nin annesi Fatıma bintu Esed vefat ettiğinde, Peygamber Efendimiz onun kabrine inip her tarafına dokundu. Cenaze geldiğinde onu kendi elbisesiyle sardı. Defnettikten sonra şöyle dua etti: “Yâ Allah! Benim ve benden önceki bütün Peygamberlerin hakkı için onu bağışla.”
(İmam Taberâni, bu hadisin senedindeki rivayetçilerin, sahih hadislerin rivayetçileri olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu hadisi Hafız İbni Hibban, Hafız Ebu Nu’aym ve Hafız Deylemî de rivayet etmişlerdir.)
Şimdi de hem Peygamberi hem de salih kimseleri vesile edinmeye delil olan bir nakil paylaşalım:
Enes radıyallahu anh’den den rivâyet edilmiştir ki: "Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber’in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib’i vesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada, “Ya Allah! Bizler, Peygamberimizi vesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan ederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. Yağmur ihsan eyle.” (Buhari, İstiska: 3)
İbni Abbas (radıyallahu anh), Ömer'den üstün değildir. Ancak hazreti Ömer (radıyallahu anh) gibi bir sahabi, Peygambere yakın olması hasebiyle İbni Abbas’ı vesile yapıyor...
Buna göre hem bir Peygamberi, hem de Allah Teala’ya ve Peygamberine yakın olduğuna inandığımız kişileri vesile yapmak, Hazreti Ömer radıyallahu anh'ın da adetidir ve bunun önemini anlatması açısından büyük bir delildir.
Yine Hafız İbni Kesîr rahimehullah'ın naklettiğine göre, Yemame vakasında, Müslümanların şiarı (nişanı) “Ey Muhammed! Bize yardım et” sözleriydi. (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye:6/324)
Abdurrahman ibni sa’d (radıyallahu anh) şöyle anlatıyor:
“Bir kere Abdullah ibni Ömer (radıyallahu anhuma)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: “En sevdiğin insanı an” dedi. O da “Ya Muhammed!” der demez bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı." (Buhari, el-Edebü’l-müfred:438, No:993, sh: 262)
Dikkat edin, bu sahabeler, Peygamberimizin vefatından sonra onu vesile etmişler, himmet istemişlerdir. (Allah hepsinden razı olsun!)
Şimdi soruyorum; Bu sahabe efendilerimiz, hayırlı insanları vesile yaptıkları için müşrik mi oldular ey reformistler?!
Başka bir hadisi şerifte ise:
Mus’ab, İbn-i Sa’d (radıyallahu anh)’dan rivayet ediyor: “Siz ancak zayıflarınız hürmetine yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” (Buhari, Cihad: 75 No:2739, 3/1061; Nesai, Cihad: 43, No: 3178, 6/352, 6/45; Adurrezzak, el-Musannef, No: 9691, 5/303)
Eğer bir şeyin hürmetine istenilmeyecek olsaydı, Allah’ü Teâlâ bir şey hürmetine rızıklandırmazdı.
Yine konuyla alakalı, İbni Mes’ud (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen:
“Allah, onlar sebebiyle yer halkından belaları kaldırır.” hadis-i şerifi de bazı insanlar sebebiyle belaların def edildiğini bildiriyor. (Ali el-Müttaki, Kenzu’l Ummal, No: 34612, 12/190; Ahmed İbni Hanbel, El-Müsned, No: 896, 1/238)
Peki, Peygamberimizin hayatta olduğu zaman bile, 'hürmetine rızık verilen, sebebi ile belalar kaldırılan' bu insanlar kimdir soruyorum?
Bakın, son hafız İmam Suyûtî bu konuda ne buyuruyor:
“Hadisi şerifteki zayıflardan murad; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanındaki fakir muhacirlerdir. Kutup ve Gavs onlardandır. Onlara, “Allah’ın kulları, Rahman'ın kulları” denirdi ki, Kur’ân-ı Kerîm'de de (İnsan suresi 6, Furkan suresi 63) bu tabirler mevcuttur. Zamanımızda bu zatlara 'Kutup', 'Gavs', 'Evtâd', 'Nücebâ' ve 'Ebdal' (birler, dörtler, yediler, kırklar, üçyüzler) şeklinde isimler verilmektedir." (Suyuti el-Havi 2/455)
KULLARDAN YARDIM İSTEMEK (HİMMET)
Utbe bin Gazvan (radıyallahu anh)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Resulullah efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmaktadır:
“Sizin biriniz bir şey kaybederse yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse: ‘Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdad edin!’ desin. Çünkü Allah’ın bizim göremediğiz kulları vardır.” (Taberani, el-Mu’cemu’l Kebir, No:290, 17/117; Heysemi, Mecmâ'uz’zevaid, No: 17103, 10/188)
Abdullah ibn-i Mes’ud (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen diğer bir hadisi şerifte, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa: ‘Ey Allah’ın kulları hapsedin! Ey Allah’ın kulları durdurun’ diye seslensin. Çünkü Allah’ın yeryüzünde hazır bulunan kulları vardır ki, kısa bir zaman içinde onu tutarlar.” (Ebu Ya’la, El-Müsned, No:5269, 9/177, İbni Hacer, el-Metaibu’l Aliye, No:3375, Taberani, El-Mu’cemu’l Kebir, No: 10518, 10/217, Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, No: 1311, 1/330)
İşte farklı rivayetlerle gelen ve aynı manayı işaret eden bu hadisi şerifler, ismini dahi bilmediğiniz insanlardan himmet istemenin, meşruiyetinin açık delilleridir.
Şimdi bu hadis-i şerifler, “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” ayeti ile zıtlaşıyor mu?
Peygamberimiz, neden doğrudan Allah Teala’yı işaret etmiyor da “Ey Allah'ın kulları durdurun” buyuruyor?
O halde Peygamber Efendimiz de mi şirk koşuyor? (hâşa)
Ey münkirler, buna nasıl cevap vereceksiniz?
Bir deveyi bulmak için bile, ismini dahi bilmediğiniz insanlardan “himmet” istemeyi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiye ediyor. Bu da inkarcılara büyük bir derstir.
Süheyb (radıyallahu anh)’dan rivayete göre, Resulüllah (aleyhisselatü vesselam) Bürûc suresinde zikredilen Ashab-ı Uhdûd kıssasındaki çocuktan bahsederken şöyle buyuruyor:
“O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor, insanları diğer hastalıklarından da tedavi ediyordu.” (Müslim Zühd: 17, No:3005, 4/2299, İbni Hıbban, Sahih-u İbni Hıbban, No: 870, 2/116)
Bakınız, Resulullah Efendimiz ne buyuruyor: “O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor”
Bizim Peygamberimiz, yegâne şifa verenin Allah olduğunu bilmiyor mu?
“Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyuran zât, bizim bilmediklerimizi bildiği halde, Allah’u Teâlâ’yı da en iyi bilen kişi olduğu halde, neden, “O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor” diyor?
Çünkü o çocuk bir vesiledir…
Şimdi, “O çocuk iyi ediyor” derken, şifayı verenin o çocuk olduğu mu anlaşılıyor? Elbette hayır. O çocuk, Allah’u Teâlâ’nın şifa vereceği kimselere vesile oluyor.
Haydi, Ey cahil inkârcılar! Yüce Peygamberi de şirk ile suçlayın!.. Bakınız, Mevla Teala kendisi için: “Bütün işleri O yönetiyor” (Yunus 3) buyurduğu halde, başka bir ayette “İşleri yönetenler” (Naziât 5) buyuruyor.
Yine, bir ayette, “Ruhları Allah alır” (Zümer 42) buyurduğu halde, Azrail hakkında: “Ölüm meleği sizin canlarınızı alır” (Secde 11) buyurmaktadır.
Yoksa Mealistler gibi, Kur'an'da çelişki vardır mı diyeceksiniz şimdi de?
Konuyla alakalı en açık misallerden birisi de şudur:
“Allah dilediğine hidayet eder” (Nur 46) buyurmuşken, başka bir ayette, “Biz onları, bizim emrimizle hidayet eden önderler yaptık.” (Enbiya 73) buyurarak, hidayeti verenin aslında kendisi olduğu halde, hidayet için vesileler varettiğini belirtiyor.
Dolayısıyla bütün bunlar, vesile edinmenin, himmet istemenin, ya da 'şeyhin yardımıyla' demenin caiz oluşunu ve şirk ile uzaktan yakından alakasının olmadığını delilleriyle isbat etmek demektir.
ALİMLERDE TEVESSÜL
İmam Malik ve halife el-Mansur, hac yapıp Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret edince, halife el-Mansur şöyle sordu: “Ey Abdullah’ın babası! Kıbleye dönerek mi dua edeyim, yoksa Peygamber Efendimizin kabrine yönelerek mi dua edeyim? İmam cevaben şöyle dedi:
“Hem senin hem de baban Adem’in vesilesi olan Peygamberden neden yüzünü çevireceksin? Hem ona doğru yönel, hem de ondan şefaat dile ki, Allah onu sana şefaatçi kılsın.” (Bunu Kadı İyad sahih bir senedle ‘Eş-Şifa’, İmam es-Seyyid Sumhudi ‘Hülasatul Vefa’, İmam El-Kastalani ‘El-Mevahibul Leduniyye’, İmam İbni Hacer ‘El-Cevherul Münzam’ adlı kitaplarda zikretmişlerdir.)
Şafii ulemasından Allame Şihab er-Remli (rahimehullah)’a: “Bazı insanlar zorluklarla karşılaştıklarında ‘Ya Resulallah, Ya Şeyh’ gibi nidalarla, peygamberlerden, velilerden, alimler ve salihlerden istiğasede bulunuyor (meded dileniyor)lar, bu caiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonra bir iğase (yardım ve destek)leri var mıdır?” diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:
“Resullerin, nebilerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez.”
Zira birçok sağlam hadis-i şeriflerde varid olduğu üzere, “Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar.” (Ebu Ya’la, El Müsned, No: 3425,6/147; İbni Hacer, el-metaibul-aliye, No: 3452,3/269)
Büyük muhaddis İbni Hacer (rahimehullah) “El-hayratü’l Hisan fi Menakibi’l-İmam Ebi Hanifete’n-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde diyor ki: “İmam-ı Şafii (rahimehullah) Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Ebu Hanîfe (rahimehullah)’ın mezarı başına gelir ve ihtiyaçlarını Cenab-ı Allah’ın gidermesi için onunla tevessülde bulunurdu.”
İmam-ı Ahmed b. Hanbel (rahimehullah)'ın da İmam-ı Şafi ile tevessülde bulunduğu bir gerçektir.
Hatta İmam-ı Ahmed’in oğlu, babasının bu haline taaccüb ederdi.
Babası da İmam-ı Şafi’nin insanlar için bir güneş, beden için de bir afiyet olduğunu söylerdi.
İmam-ı Şafii’ye Fas ahalisinin, İmam-ı Malik (rahimehullah) ile tevessülde bulundukları söylenince, o da bunu reddetmemiştir.
İmam-ı Ebu’l Hasen eş-Şazeli (rahimehullah) da: “Kimin Allahu Teala yanında bir ihtiyacı olup da onun yerine getirilmesini istiyorsa, İmam-ı Gazali ile tevessülde bulunsun.” derdi.
Yine Hanefî İmamlarının büyüklerinden İbni Abidin, Redd-ül Muhtar isimli fıkıh kitabının girişinde, imamı Ebu Hanife ile Allah'a tevessül eder;
“Ben, Allah'u Teala’ya Nebiyy’i Kerim’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehl’i taatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız İmam-ı Âzam ile tevessül ederek lütuf ve kereminden bu işi bana âsan eylemesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz eylerim.”
İbni Hacer (rahimehullah) “es-Sevâ’iku’l-Muhrika li ihvanı’d-Dalal ve’z-zendeka” adlı eserinde; İmam-ı Şafi (rahimehullah)’ın Ehli Beyt ile tevessülde bulunduğunu söyler. İmam-ı Şafi’nin şöyle dediğini nakleder:
“Peygamberin âli (yakınları) benim vasıtamdır.
Onlar, Allah ile aramda vesilemdir.
Onların hakkı için yarın defterimin,
Sağımdan verilmesini Allah’dan isterim.”
İmam-ı Nevevi El-Ezkar adlı eserinde zikrettiğine göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sabah namazının iki rekat sünnetinden sonra üç kere:
“Allah’ım! Ey Cebrail, Mikail, İsrafil ve Muhammed’in Rabbi, beni ateşten koru!” demelerini herkese emrederdi. (Hakim, el-Müstedrek 3/622)
İmam-ı Zerruk (rahimehullah) 'Hizbu’l Bahr Şerhi'nde, birçok seçkin kişilerin isimlerini zikrettikten sonra şöyle der: “Allah’ım! Onlarla sana tevessülde bulunuyoruz. Çünkü onlar seni sevdiler. Onlar seni ancak sen onları sevdiğin için sevebildiler. Onlara olan sevgin dolayısıyla seni sevmeye muvaffak oldular. Biz ise henüz onların seni sevmesi mertebesine ulaşamadık.”
VESİLE ÇEŞİTLERİ
1- Cenab-ı Allah'ın isimlerini vesile kılıp tevessül etmek: İbni Mace, Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber bir duasında şöyle buyurdular: “Allah'ım, temiz, hoş ve mübarek ismin hakkı için senden istiyorum.” (İbni Mace)
2- Kendisiyle tevessül edilen zatın duasını vesile kılıp istemek.
3- Büyük ve salih kimsenin zatını vesile kılmak suretiyle tevessül etmek: Mesela, Allah'ım şu dileğimin yerine gelmesi için Peygamberi veya Ebubekir'i vesile kılıyorum demek gibi, Hz. Ömer (radiyallahu anh) yağmur duasında Hz. Abbas'ı (Peygamberimizin amcası) vesile kılarak şöyle dua etti: “Allah'ım, biz Peygamber'in amcasını sana vesile kılıyoruz, bunun için bize yağmur yağdır.” (Buhari)
4- İşlenen salih amelleri vesile kılarak tevessül etmek: Mesela, “Allah'ım, senin için eda ettiğim şu hacc veya şu ibadeti sana vesile kılıyorum; şu musibetten veya şu beladan beni kurtar” demek gibi...
Yukarıda saydığımız vesile çeşitleri İslam'da mevcuttur. Bunu İnkar etmek mümkün değildir. Vesile edinilen kimsenin vesile edenden üstün olması gerekmez. Hz. Peygamber (aleyhisselam) Umre'ye gitmek için izin isteyen Hz. Ömer'e: “Kardeşim, bizi duadan unutma” dedi.
Hem de mübarek hırkasını yollarken, Veysel Karani'nin kendisine dua etmesi için Hz. Ömer'e emir verdi.
Yalnız, bir Peygamberi veya herhangi bir zatı Allah'tan bağımsız olarak tasavvur edip istiğase etmek, kişiyi küfre kadar götürebilir. Buna dikkat etmek lazımdır.
Yani, “Bu kişi Allah’ın sevgili bir kulu ve Allah’ın izniyle bu işleri yapabiliyor” diyebilmek ve böyle istemek caizdir...
Kıymetlimiz, Efendimizle bitirelim (Övgüler ve selam üstüne olsun);
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"İmtina edenler (istemeyenler) hariç, bütün ümmetim Cennete girecektir!" buyurmuşlardı.
"İmtina edenler de kim?" dediler.
"Kim bana itaat ederse Cennete girer, kim âsi olur (itaat etmezse), o imtina etmiş demektir!" buyurdular." (Buhari, İ'tisam 2.)
Ne hazindir ki, ehli bid'at Cenneti istemiyor. Çünkü Resulullah'a itaat etmiyor!..
"Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik." (Nisâ 80)
İçeriği ve reklamları kişiselleştirmek, sosyal medya özellikleri sunmak ve trafiği analiz etmek için çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanımınızla ilgili bilgileri ayrıca sosyal medya, reklamcılık ve analiz iş ortaklarımızla paylaşabiliriz. İş ortaklarımız, bu bilgileri kendilerine sağladığınız veya hizmetlerini kullanırken topladıkları diğer bilgilerle birleştirebilir.