İslam'ın dışındaki bütün beşerî sistemler eksiktir!
İnsanlar, daha iyi ve daha adil bir yaşam için ortaya koydukları herhangi bir yönetim sisteminin arıza çıkaran herhangi bir yerini onarsalar bile, sistem muhakkak başka bir yerden hata verir. Çünkü insan hata yapar. Doğru bilgiyi, deneme-yanılma yöntemiyle elde eder.
O Allah ise, yanılmayan ezelî ve ebedî ilmiyle, İslam denilen bu kusursuz ve adil sistemi bize beğenmiştir. (Mâide 3)
Tam bu noktada çokça sorulan, 'Neden bizim için en iyisini Allah bilir?' sorusunu başka bir soruyla cevaplıyayım:
Elimde kullandığım şu iphonu ben mi daha iyi bilirim, yoksa bunu yapan Steve Jobs mu?
Bu telefon nasıl yapıldı? Kaç gizli özelliği vardır? Şarjı hangi durumlarda daha hızlı tükenir? Bu telefon için en zararlı olan şeyler nelerdir? Kaç parçadan müteşekkildir?..
Bu gibi yüzlerce sorunun en güzel cevabını, bu makinayı yüzlerce parçadan toplayıp birleştiren kişi verebilir. Çünkü bu makinayı o yapmıştır.
İnsan denilen bu kompleks makinayı en iyi bilen zât ise, onu yapan Allah Teâlâ’dır. İhtiyaçlarını, gerekliliklerini, sakınması gereken ve yapması gereken şeyleri en iyi O yaratıcı bilir.
Hal böyleyken, bizi bizden daha iyi bilen O yaratıcı, nasıl yaşamamız gerektiğini bize beyan ettiyse öyle yaşamak, aklını derinlemesine kullananların tercih edeceği bir seçim olacaktır.
Peki, Allah'ın hükümlerinin tam manasıyla yaşanmadığı bir yerde Müslümanın tavrı ne olmalıdır?
Öncelikle O Allah, ahirette bize, “Neden bu Laikliği kaldırmadınız?” diye sormaz. Ama “Neden İslam’ı yaşamadınız?” diye sorar.
"Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ..." buyurur Kur’an. "Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez..." (Bakara 286)
Biz vatansever Müslümanların burada yapacağımız şey, halkı bilinçlendirmek ve bize tevâtüren, nakil yoluyla gelen bu kusursuz dini onlara ücretsiz öğretmektir.
Kalpleri çevirmek ise, ancak Allah'ın kudretindedir.
Durum böyleyken, ülkemizde bazı adamlar türemiş, 'Burası dâr-ül harptir(!)' diyor ve bankadan faiz yiyiyor!
Devletin yaptığı sınava girip ehliyet alanlara dahi müşrik damgası basıyorlar! İlmi yetersizliklerinden dolayı Kur'an'a bir bütün olarak bakamadıklarından, şu iki ayeti slogan haline getirerek önlerine gelene ‘kafir’ damgası basıyorlar ve daha aşağıda zikrettiğim diğer ayetlerin hükmünü de inkar etmiş oluyorlar:
(Oysa bu ayetler için, tüm tefsirlerde, Kur’an’a tâbi olmayıp Tevrat’la hükmetmeye devam eden Yahudiler hakkında indiği bildirilmiştir…)
İyi bilin ki, şu cennet vatanımızda, 'Bu ülke dâr-ül harptir; Cuma kılınmaz!';'Maaşlı imamın arkasında namaz kılarsan kabul olmaz!';'Oy vermek şirktir!' hezeyanları buyuran ne kadar adam varsa, ya İngiliz ajanıdır ya da bir ajan tarafından manipüle edilen bir hocaya(!) tâbidir.
Ülkeyi bölmek, kargaşa çıkarmak, kardeşi kardeşe kırdırmak istiyor ve buranın bir Suriye ya da Mısır gibi kan gölüne dönmesi için fitne tohumları ekiyor demektir.
Bu kriptolar, 'Bu ülke müşriktir!' diyor, ama bu devletin ambulansını çağırıyor, bu devletin aciline koşuyor ve bu devletten emekli maaşı alıyorlar! Bu ne tenakuz?
Allah Teala hazretleri, kitabımız Kur'an'da, kıssaların en güzeli olan Yusuf suresinde, güzel Peygamberinin şöyle dediğini bildiriyor;
“Yûsuf, 'Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim' dedi.” (Yusuf 55)
Dikkat edin, Yusuf aleyhisselam’ın görev almak istediği yer, resmi ilahı 'Amon Ra' (Mısır tanrısı) olan ve putlara tapınan bir şirk devleti.
Şimdi, bu hainlere göre, şirk devletinde görev almak isteyen Yusuf Peygamber de müşrik mi oldu, soruyorum!?
Halbuki, bu Vehhabilerin şirkle itham ettiği bizim ülkemizde, beş vakit ezanlar okunuyor, Cuma namazları kılınıyor, Hacc kuraları çekiliyor ve devletin maaşını verdiği imamlar, ölen her Müslüman için cenaze namazı kıldırıyor…
Bu ibadetlerin resmi elden yapıldığı bir devlete şirk devleti demek, cahillerin değil, olsa olsa hainlerin yaftasıdır.
Bakın Rabbimiz sonraki ayette ne buyuruyor:
“Böylece Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkan ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zâyi etmeyiz.” (Yusuf 56)
Dikkat buyurun!
Bu ayette Allah Teâlâ, Yusuf aleyhisselam’ın şirk yönetiminde iktidar sahibi olmasını, bir “rahmet” olarak nitelendiriyor.
Bir Peygamber ile misal verilen bu ayetlerle sabittir ki, bir kişi şirk düzeninde bile yönetimde olsa, o kişi müşrik olarak vasıflanamaz.
Burada bu mezhepsizlere sorulması gereken sorular şunlardır:
1) Putlara tapınılan bir şirk düzeninde yönetici olmak isteyen Yusuf Nebî müşrik mi oldu? (Evet dersen yumruğu yersin Vehhabi!)
2) Yusuf aleyhisselam’ın bir şirk düzeninde yönetici olması, O’nu bir müşrik yapmıyorsa, bu zamanda, halkı Müslüman olan bir ülkede yönetici olmak kişiyi neden müşrik yapsın?
3) Bu Peygamberin, o düzende yönetimde olması şirk değil ise, tekrar yönetime gelmek istediğinde ona oy vermek ve desteklemek neden şirk olsun?
Burada hiçkimse, Yusuf aleyhisselam’ın, bir şirk düzeninde görev aldığı halde o düzeni benimsediğini iddia edemez. O Peygamber de içinin kabul etmediği bu düzende, Allah’ın hükümlerini ve kanunlarını uygulamaya çalışmış, Allah’ın dinini bu vasıta ile yaymaya gayret etmiş ve sonuçta tüm Mısır, putları terkederek, Yusuf'un Allah'ına yönelip Müslüman olmuştur. (Allah’ın Peygamberine selam olsun)
Olaya yine Kur'an'dan bir başka delil getirelim:
Kitabımızda, Mü'min suresinin 26. ayetinde, Firavun’un Hazreti Musa Peygamberi öldürme teşebbüsünden söz ediliyor. Elinde hiçbir maddi güç ve kuvvet bulunmayan Musa aleyhisselam, “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” diyerek, Firavun ve taraftarlarını, mutlak gelecek bir hesap gününde zalimlerin sorgulanacağına ve şiddetli ceza göreceklerine dikkat çekiyor. (Mü’min 27)
Bundan sonraki ayetlerde, bu manzara karşısında daha fazla dayanamayan Firavun'un yönetici kadrosundaki gizli bir mü'min sahneye çıkıyor ve Firavun ile taraftarlarının Hazreti Musa’yı öldürmemeleri için çaba gösteriyor ve mantıki gerekçeler sunarak şöyle diyor: “Ne o, siz, bir insan ‘Rabbim Allah’tır!’ dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Halbuki o, Rabbiniz tarafından açık belgeler ve mucizeler de getirdi. Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendi aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şu bir gerçektir ki, Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.” (Mü'min 28)
Şimdi Kur'an'ı bilmeyen inkarcılara bir iki soru daha soralım:
1) Sarayda Firavun’un atadığı yöneticilerden biri olan ve Musa aleyhisselam’ı savunan bu gizli mü'min, şirk devletinde yönetici olduğu için ve 'Ben ilahım' diyen bu Firavun'dan emir aldığı için müşrik olmuş mudur, olmamış mıdır?
2) Kanla ve imanla yoğrulmuş olan şu vatanımızda, hangi yönetici ‘ben ilahım’ demişte bizim haberimiz yok?
3) Allah düşmanı Firavun'un ilahlık iddiasına ses çıkarmayıp imanını gizleyen ve devlet vazifelerini yerine getiren bu adam müşrik olmuyor da, oy kullanan bizler mi müşrik oluyoruz ey Telefi?(!)
Bir delil de Kur'an'ın kendisine indiği Peygamberden, Muhammed Mustafa'dan verelim: (Övgüler ve selam Efendimin üstüne olsun)
Allah Resulüne Peygamberlik gelmeden önce, Efendimiz'in de içinde yer aldığı, adaletin icrası için kurulan 'Bahadırlık Teşkilatı' diye adlandırılan 'Hılful Fudûl' denilen bir teşkilat kuruldu.
Bu teşkilat mensupları, haksızlığa uğrayanların yardımına koşmaya yemin etmişlerdi. Mekke’de ister yerli, ister yabancı olsun bir şahıs haksızlığa mı uğruyor, onun yardımına koşulacaktı.
Bu teşkilata mensup olan kıymetli Peygamberimize, daha sonraki tarihlerde 'Hılful Fudul' teşkilatından bahsettiklerinde, “Eğer bir kimse tarafından bugün bile öyle bir cemiyetin kuruluşu için davet edilsem, davete hemen icabet ederim.” buyurmuştur. (İbn-i Hişam)
Yine sorular geliyor:
1) Puta tapan müşriklerin liderlik ettiği bir yönetimde vazife alan son Peygamber aleyhisselam, ömrünün bir döneminde bunu yaparak Allah'a şirk koşmuş mudur, koşmamış mıdır?(!)
2) Koşmuş ise, neden bugün olsa yine yaparım diyor! Başka sorum yok.
Gelin bu konuya, Kur'an'ı en iyi bilen kişinin, yani Peygamberimiz Muhammed aleyhisselatü vesselam'ın sözleriyle devam edelim:
Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarından birini başkan seçsinler!” (Ebû Dâvûd, Cihâd 80)
Güzel dinimiz, gönül yurdunda şirki, küfrü ve nifakı istemediği gibi, toplum hayatında da başıbozukluğu, disiplinsizliği, kargaşayı, fitne ve anarşiyi asla arzu etmez. Dinimize göre düzen ve intizam, en küçük toplum birimine kadar her yerde önemlidir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, yolculuk yapmakta olan üç kişilik, küçük ve geçici bir toplulukta bile, mutlaka sorumlu birinin, bir yöneticinin belirlenmesini tavsiye etmiştir. Kendisi de mübarek hayatlarında bu hususa büyük bir itina göstermiştir. Yine bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuştur:
“Dünyanın ücra bir köşesinde de olsa, üç kişinin, içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları doğru olmaz.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 177)
Kimin başkan ve reis olması gerektiği konusunda, bu iki hadiste herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Üç kişi, kendi aralarından birini başkan yapmakla görevlendirilmiştir.
Ancak başka rivayetlerde (bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III,24; V,53; Müslim, Mesâcid 289) bu konuda yol gösterici tavsiyeler bulunmaktadır.
“Üç kişi oldular mı, içlerinden biri onlara imam olsun. İmamlığa en lâyık olanları Kur’an’ı en iyi okuyandır.”
“Yolculuğa çıktığınızda, yaşça en küçüğünüz de olsa, en iyi okuyan (en bilgili olan)ınız size imam olsun. İmamınız emirinizdir.” (bk. Ali el-Kârî, Mirkât, VII, 456)
Hadislerde de görüldüğü üzere, sadece üç kişinin çıktığı en basit yolculuklarda bile başıbozluğa müsade etmeyen ve bir imam seçilmesini mecbur kılan dinimiz, milyonlarca Müslümanı ilgilendiren bir liderlik seçiminde, 'Oy vermeyin, emir seçmeyin' mi diyecektir?!
Elbetteki uyumak yerine düşünmeye alıştırılmış akıllar, bu serkeşliği asla kabul etmeyecektir!
İyi bilinmelidir ki, Müslüman için Demokrasi bir amaç değil, araçtır! Hatasız ve ilahi bir sistem olan İslâm'a geçiş köprüsüdür.
Bir Müslüman, demokrasiye inandığını söyleyen bir siyasiye oy verirse, bu o sistemi tamamen kabul ettiği anlamına gelmez.
Oy vermesinin sebebi, 'İslama uyan hükümlerini kabul ediyorum, uymayanları reddediyorum' demek içindir.
Buna göre Müslüman, dinine en saygılı olan (en az zararı verecek olan) kim ise, ona oy verir.
Bunu bir örnekle yakınlaştırayım;
Fıkıh ilminde 'ehveni şerrayn' denilen bir kâide vardır.
Müslüman, zorunlu bir durumda iki günahla karşılaşırsa, bu iki günahtan daha az zararlı olanı tercih etmek durumundadır.
Mesela, zalim bir adam sizi yakaladı ve şöyle dedi;
'Şu iki günahtan birini yaparsan seni öldürmem: Ya domuz eti yiyeceksin ya da zina edeceksin!'
Şimdi siz, bu iki büyük günahtan hangisini tercih edeceksiniz?
'Hocam, hayatımda hiç domuz eti yemedim. Ben zinayı tercih edicem, benden gitsin!' diyorsun demek!
Seni sahtekar, şehvet düşkünü!
Domuz eti yemek, zinadan daha hafif bir günahtır, sen onu tercih edeceksin!
Tüm bu delillerin ışığında konuyu özetlersek;
Müslüman, oy vermekle, İslam’ın şu 3 kaidesini hayata geçirmiş olur:
1. Adalet: "Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır..."(Mâide 8)
2. İşi ehline verme: "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisâ 58)
3. İstişâre ile iş yapma: "...Onların işleri de kendi aralarında bir istişâre (danışma) iledir..." (Şûrâ 38)
İçeriği ve reklamları kişiselleştirmek, sosyal medya özellikleri sunmak ve trafiği analiz etmek için çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanımınızla ilgili bilgileri ayrıca sosyal medya, reklamcılık ve analiz iş ortaklarımızla paylaşabiliriz. İş ortaklarımız, bu bilgileri kendilerine sağladığınız veya hizmetlerini kullanırken topladıkları diğer bilgilerle birleştirebilir.