SELEFİLER, 'SİZ, ALLAH İŞİTİR DEYİNCE NEDEN TEŞBİH OLMUYOR' DİYE SORUYORLAR?
Soru: Hocam selamün aleyküm, Benim şöyle bir sorum olacaktı, Selefiler ‘Allah arşta’ deyince mahluklara benzetmiş oluyoruz da ‘Allah işitir, Allah görür’ deyince neden benzetmiş olmuyoruz diyorlar. Bu meseleyi açıklar mısınız?
Cevap: Ve aleyküm selam
Mezhepsiz Selefiler, eğer selef alimlerimiz gibi 'Allah, istiva etmiştir' deyip orada dursalardı ve 'Allah oturdu, ayaklarını sarkıttı' gibi tecsim ve teşbih ifade eden kelimeleri söylemeselerdi, ehli bid'at olmayacaklardı.
Ama onlar, selef alimlerini terkedip Haricilere ve seleften 6 asır sonra gelen İbni Teymiye'ye tâbi oldular ve Allah'ı yarattıklarına benzettiler.
Peki biz, 'Allah işitir' deyince neden teşbih olmuyor?
Alimlerimiz, bize Allah'ın subuti sıfatlarını tarif ederken şöyle derler:
Allah'ın Subûti Sıfatları (Sıfat-ı Sübutiyyesi):
1- Hayat: Allah Teâlâ'nın hayat sâhibi olması demektir. Allah Teâlâ diridir. Hayatı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zatına layık ve mahsûs olan hayat, ezelî ve ebedidir.
2- İlim: Allah Teâlâ'nın her şeyi bilmesi, ilminin her şeyi kuşatması demektir. Allah Teâlâ herşeyi bilir. Bilmesi mahlûkâtın bilmesi gibi değildir.
3- Semi’: Allah Teâlâ'nın her şeyi işitmesidir. Allah Teâlâ işitir. Vâsıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez.
4- Basar: Allah Teâlâ'nın her şeyi görmesidir. Allah Teâlâ görür. Aletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir...
Görüldüğü gibi, Allah'ın işitmesi ve görmesi gibi sıfatları, asla yarattıklarının işitmesine ve görmesine benzetilmez ve tenzih edilir.
Vehhabi-Selefiler ise, Allah'ın arşta zatıyla oturduğunu söylediler.
Tenzih etmediler ve benzettiler! İşte, büyük sapma buradadır.
İmamların imamı Ebu Hanife (rahimehullah) konu hakkında şöyle der:
"Bilmiyorum, Rabbim semada mı yoksa arzda mıdır?" diyen kimse kâfir olur. Keza "Allah, arş üzerindedir" diyen de;
"Bilmiyorum, arş semada mı, yoksa arzda mıdır?" diyen de böyledir. (Zira bu sözlerde, Allah'a mekan isnadı vardır.)
Allah'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur.
Nitekim hadiste şöyle rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve ‘benim üzerime mü'min bir köle azad etmek vacip oldu. Bu kâfi midir?’ diye sordu. Hz. Peygamber de cariyeye "Sen mü'min misin?" diye sordu.
Câriye de "Evet," diye cevap verdi. Hz. Peygamber "Allah nerede?" diye sorunca, câriye semaya işaret etti. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Bu câriye mü'mindir, azat et." buyurdu. (Müslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167.) (Ebu Hanife - Fıkhül Ebsât)
Yine Ebu Hanife (rahimehullah) şöyle dedi:
"Allahu Teâla mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O'nun gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Sünnet ve Cemaat Ehli'nin görüşü budur. Allah gazap eder ve razı olur. ‘Onun gazabı, cezalandırması, rızası da, sevabıdır’ denemez. Biz onu, kendisini tavsif ettiği gibi tavsif ederiz. O birdir, hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır, kendisine hiç bir şey denk değildir. Hayy, Kayyum, Kadir, duyan, gören, bilen O'dur. O'nun eli, kullarının elleri üzerindedir, fakat kulların eli gibi bir uzuv değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O'nun yüzü, yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O'nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O'dur.
"Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Duyan ve gören O'dur." (Şûra 11) (Ebu Hanife - Fıkhül Ebsât)